24 Ağustos 2017 Perşembe

TOHUM TUZAĞI KURAN İHANET ŞEBEKELERİ: "YEREL (GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMEMİŞ, YERLİ/DOĞAL) TOHUM VE ÜRETİCİ & KÖYLÜ HAKLARI İLE HALK SAĞLIĞINA YENİ DARBELER, Prof. Dr. Tayfun Özkaya"

YEREL (GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMEMİŞ, SAF, YERLİ/DOĞAL) TOHUM VE ÜRETİCİ & KÖYLÜ HAKLARI İLE HALK SAĞLIĞINA VURULAN HAİN DARBELER
Prof. Dr. Tayfun Özkaya
Yerli veya yabancı tohum şirketlerinin hâkim olduğu Türkiye Tohumcular Birliği (TÜRKTOB) yöneticileri altı ay önce Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’i ziyaret etmişler. Geçtiğimiz hafta da Tohum Sanayicileri ve Üreticileri Alt Birliği benzer bir ziyaret yapmış. Tohum konularını konuşmuşlar. “Şimdi sonuçlarını almaya başlıyoruz. Kendilerine ve tüm Bakanlığımıza, hükümetimize teşekkür ediyoruz” diye gazetelerde açıklama yapıyorlar. Aldıkları sonucu ise “Bakanlar Kurulundan 2018 yılında tüm tohumluklar sertifikalı olacak kararı çıktı, tohumculuk sektörü her zamankinden daha fazla hükümetin gündeminde" olarak açıklıyorlar.
Bildiğiniz gibi 2006 yılında çıkarılan “Tohumculuk Kanunu” büyük tohum tekelleri lehine birçok hüküm içermektedir. Bir kere köy popülasyonları denilen, büyük bir zenginlik gösteren, bir örnek olmayan, gerek lezzet gerekse besleyicilik ve değişen koşullara uyum yeteneği yüksek olan tohumluklar, şirketler bile istese yasa tarafından tohumluk olarak kabul edilmemekte, sertifikalandırılamamaktadır.  Diğer yandan yasa; çiftçilerin binlerce yıldır köylülerce geliştirilmiş çeşitlere ait tohum veya bunlardan üretilen fideleri satmasını, bu bugüne kadar katı bir şekilde uygulanmamasına karşı yasaklamıştı.  Elbette ki bu yasak giderek Türkiye tohumculuğuna hâkim olan yabancı ve onların yanında aynı çıkarları savunan yerli şirketlerden yanadır. Benzer kanunları daha önce uygulamış gelişmiş denilen batılı ülkelerde yerel çeşitlerin %90’lara varan oranlarda yok olduğunu biliyoruz.
Tabii bu topluma böyle anlatılmamaktadır. Kaçak ve sahte tohumların önleneceği, hastalıksız ve verimi yüksek tohumluklara çiftçilerin kavuşacağı söylenmektedir.Şirket tohumları ile birçok hastalık, zararlı ve olumsuz özelliklerin ülke içinde yayıldığı unutulmaktadır. Yerel tohumlar iklim değişikliklerine daha hızlı uyum gösterir, hastalık ve zararlılara daha dayanıklıdır, besleyici değerleri ise daha yüksektir. Çevrelerinde beğenilen tohum ve fide üreten çiftçiler zorla kuşaklar boyu yaptıkları işten uzaklaştırılmaya çalışılmaktadır.
Bu bir zulümdür!...
"2018’den sonra bütün tohumluklar sertifikalı olacak” ne demektir? Çiftçilerin ektiği tohumu polisler mi kontrol “edecek? Çiftçinin kendi tohumunu ekmesi, takas etmesi yasaklanacak mı? Eğer bu yola girilecekse dünyanın ilk tarım devrimine yakın komşuları ile önderlik etmiş bu coğrafya ve binlerce yıldır geniş biyoçeşitliliği korumaya çalışan köylülere darbe vurulmak istenmektedir. Giderek ağırlaşan küresel iklim değişikliğine karşı en iyi çarenin yerel tohum olduğu bilindiği halde ve biyoçeşitliliği, köylü haklarını koruyan uluslararası anlaşmalara karşı bir yola mı girilecektir? Tohum ve aynı zamanda tarım ilaçları ve hatta aynı anda beşeri ilaçlar alanında tekel olan şirketlere destek mi çıkılacaktır?
Bir avuç şirket tohumuna destek çıkmak yerine Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının yerel tohumları koruması, bunları üreten çiftçilerin haklarına saygı göstermesi, desteklemesi daha doğru değil midir? Yerel tohumlardan yararlanarak köylülerle birlikte katılımcı ıslah yapılarak, herkesin erişebildiği tohumluklar üretmek yerine bir avuç şirketin kısıtlı sayıda çeşidi için araştırma desteği yapmak, bunları üreten şirketleri zenginleştirmekten başka bir işe yaramaz. Şirket tohumları dayanıksız olmaları nedeniyle tarım ilaçları üreten aynı şirketlerin kârlarını arttırırken bir yandan da yoğun zehir kullanımını arttırması nedeniyle kanser başta hastalıkları arttırmaktadır. Bir kollarıyla da beşeri ilaç üreten bu şirketlerden bazıları için, bu durumun gelirlerini arttırmak için, bilinçli olarak istememiş olsalar bile, kârlı olduğunu söylemek zorundayız. İhtiyacımız olan özgür tohumlardır. Yerel tohumların kökünü kazımaya yönelik alçakça ve düşmanca, kötü niyetli hain çabalar mutlaka durdurulmalıdır.
YORUM, KATKI VE TAVSİYE 
*** Değerli iletidaşlar,
Sayın Prof. Dr. Özkaya 10 yıl önce(2006'da) çıkarılan “Tohumculuk Yasası”nın sakıncalarını makalelerinde  zaman zaman ele almaktadır. Türkiye Tohumcular Birliği (TÜRKTOB) ve Tohum Sanayicileri ve Üreticileri Alt Birliği ilgililerin: "Bakanlar Kurulundan 2018 yılında tüm tohumluklar sertifikalı olacak kararı çıktı, tohumculuk sektörü her zamankinden daha fazla hükümetin gündeminde" sözlerinin kendi kendini besleyebilen Türkiye'nin nerelere savrulduğunu göstermesi bakımından ibretliktir. 
Yakın zamanda (tohumlarını yitirecek olan)  köylümüz üretemez olacağını anlamak için alim olmaya gerek yok. "Yerel tohumların kökünü kazımaya yönelik çabalar durdurulmalıdır." diye avazlayan yurduna aşık bilim insanımızın  yazısını yaymamızın ülkemiz ve yemeden edemeyen bizler için çok gerekli olduğu düşüncesindeyim. Bilginize...
[REFERANS: Yönlendirilmiş ileti: Gönderen: Tayfun ÖZKAYA <tayfun.ozkaya@ege.edu.tr>
Tarih: 23 Kasım 2016 - Konu: YEREL TOHUM VE KÖYLÜ HAKLARINA YENİ DARBELER]

16 Ağustos 2017 Çarşamba

Türk Milletinin Kahir Ekseriyetine Düşman Bir Güruh Var Bu Memlekette: 1. GDO'lu, Hormonlu ve kimyasallarla katkılanmış gıdalarla insanları zehirliyorlar. 2. İhraç İadesi "hastalıklı, kusurlu, mikroplu" iade ürünleri iç piyasaya sürerek milletin kanını, hayatını, parasını ve canını sömürüyorlar!.


GDO İLE (HAİNCE, ALÇAKÇA, DÜŞMANCA VE KALLEŞÇE) ZEHİRLENEN BİR MİLLET
Batuhan ÇOLAK
Bir toplumun; gelişmesini, kalkınmasını engellemek istiyorsanız, o toplumun düşünme yetisini ortadan kaldırmanız gerekir. Düşünme yetisinin yitirilmesi sürecinde çok sayıda etmen vardır. Bunların başında sağlıksız beslenme gelir.
Düzgün beslenemeyen, fiziki aktiviteleri sınırlı, genetik bozukluklar taşıyan toplum, fikri anlamda gelişemez, bilgi üretemez hale gelir.
Bilginin dünyaya hükmettiği, bilgi üreten toplumların "ileri medeniyet" seviyesine ulaştığı günümüz şartlarında, bu gereklilikleri yerine getiremeyen milletler; sömürülmeye, kaderlerini başka ülkelerin inisiyatiflerine bırakmaya meyilli hale gelir, sistematik sağlık sorunları yaşarlar. Bu gibi ülkelerin en büyük gider kapısını da sağlık harcamaları oluşturur.
Erdoğan Bayraktar, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yaptığı günlerde "Bizden mucit çıkmaz, biz ara eleman ülkesiyiz" sözleriyle Türkiye'ye bakış açısını ortaya koyuyordu. Bayraktar'a göre Türkiye'nin bilgi üreten, mucit çıkaran bir ülke olması imkansızdı. Bunun için "ara eleman ülkesi" olmalıydık! Bayraktar'ın gafı aslında gerçeğin ta kendisiydi. Bayraktar zihniyetindeki yöneticilerin eliyle, Türkiye birçok alanda geriye giden bir toplum pozisyonuna geçti.
(İNSANLIK DÜŞMANI SATANİSTLERİN BİR KISMI GÖKTEN "TANKER UÇAKLARLA 'CHEMTRAILS' ZEHİR YAĞDIRIYOR; DAHA HAİN, ALÇAK, ZALİM VE KALLEŞ BİR DİĞER KISMI DA "GDO'LU, HORMONLU, KİMYASAL KATKILI VE ZEHİRLİ GIDALARLA" BU ÖLÜM ABLUKASINI YER'DEN BÜTÜNLEYİP TAMAMLIYORLAR) 
Türkiye, PISA'nın geçtiğimiz yıl yayınladığı eğitim raporunda birçok üçüncü dünya ülkesinin gerisine düşmüş, 2006'daki seviyesinden daha da kötü bir noktaya gelmişti. Eğitimdeki bu tablo; sanat, edebiyat, spor, mimari gibi alanlarda da etkisini gösterdi ve göstermeye devam ediyor.
Ecdadının tarihiyle övünen Türkler, giderek uluslararası yarıştan kopmaya, birçok alanda geri kalmaya başladı. Övündüğümüz tek alan, yeşili ortadan kaldırarak diktiğimiz çirkin binalar oldu... O binalarda kullanılan malzemelerin çoğunu da yurt dışından ithal ettik.
Birbiriyle ilinti olan bu süreçlerin fiziki anlamdaki en temel sebebi beslenme problemi! Çünkü Türkiye'nin son yıllarda yaşadığı ve gündeme getirilmeyen en büyük sorunu; "*doğal beslenme"* den tamamen uzaklaşmış olması. Bir dönem tereyağını kötüleyip, dışarıda günlerce kalsa bile bozulmayan margarinleri sofralara sokanlar şimdi de farklı yöntemlerle bu çalışmalarını sürdürüyor.
Bu kapsamda Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO) kullanımı neredeyse her yere yayıldı. Pirinç, arpa, buğday gibi temel tarımsal ürünlerimizi bile dışarıdan alır hale geldik. İthal ettiğimiz bu ürünlerin neredeyse tamamı GDO'lu!
2010 yılında Biyogüvenlik Kanunu çıkarıldı. Amacı GDO'lu ürün kullanımlarının denetlenebilmesi, zararlı ürünlerin tespit edilebilmesiydi. Kanunla birlikte Biyogüvenlik Kurulu oluşturuldu. Kurulun amacı da, GDO'nun kullanılmasıyla ilgili talepte bulunanlara gerekli incelemeleri yaptıktan sonra onay veya ret vermek.
Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçılar Birliği, GDO'lu dört soya ve mısır çeşidinin hayvan yemlerinde kullanılabilmesi için Biyogüvenlik Kurulu'na başvurdu. Kurul, MON87708, BPS-CV127-9, MON87705 kodlu soya çeşitleri ile MON87460 kodlu mısır çeşidinin hayvanların yemlerinde kullanılmasına onay verdi. Kararın Resmi Gazete'de yayınlanması ile birlikte GDO'lu hayvan yemi ithalatının da önü açılmış oldu.
Türkiye gibi tarım ve hayvancılık açısından bu kadar değerli olan bir ülke neden dışarıdan GDO'lu yem ithal etme gereksinimi duydu?
Kurul, dünya üzerinde bile tartışmalı olan bu ürünlerin hayvan yemlerinde kullanılmasına hangi gerekçelerle onay verdi?
Bu sorular uzar gider...
Ancak tablonun daha iyi anlaşılabilmesi için "MON87705" kodlu GDO'lu soyanın hangi ülkelerde kullanıldığına bakalım. Kolombiya, Meksika, Yeni Zelanda, Vietnam! Şimdi bu ülkelere Türkiye de eklendi.
Bundan sonra sofralarımıza girecek beyaz etler, GDO'lu yemlerle beslenen hayvanlardan oluşacak.
Anlaşılan o ki; zeytinlik arazilerini talan etmede başarılı olamayanlar, sağlığımızı bozmak için farklı yöntemler deniyorlar.
Amaç; Az düşünen, kavrama ve yorumlama yetenekleri kısıtlı, sağlık problemleriyle boğuşan bir toplum oluşturabilmek...
Bu uğurda yapılan çalışmaların sonuçlarını görmek istiyorsanız; hastanelere gitmenizi öneririm. Oraya gittiğinizde gelen vakaların büyük çoğunluğunun; sindirim, bağışıklık, enfeksiyon gibi doğrudan beslenme problemleriyle alakalı olduğunu göreceksiniz. Batuhan ÇOLAK, 3 Ağustos 2017
***
GAMZE BAL: 
"STOKLAR BİTİNCEYE KADAR ZEHİR TÜKETMEYE DEVAM!.."
Klorpirifos zehiri içeren bitki koruma ürünü kullanımını 80 bin tona çıkaran Türkiye’nin ihraç ettiği gıda ürünleri iade edilirken; iç piyasada satılarak sofralara taşınıyor. (29 Temmuz 2017)
ZEHİRLİ MADDE KALINTILARI NEDENİYLE "İHRAÇTAN İADE” SEBZE, MEYVE VE DİĞER MUHTELİF GIDA ÜRÜNLERİ İÇ PİYASAYA!.. (DOMUZ YAPMAZ BUNLARIN YAPTIĞINI)
En korunaklı üretimin gerçekleştiği gıda ürünleri olarak belirtilen ihracat ürünlerinin zehirli madde kalıntıları sebebiyle Türkiye’ye iade edilmesi, dikkatleri iç piyasada tüketilen gıdalara çekti. Geçen yıllarda çiçek tripsi ve domates güvesi gibi zararlılar nedeniyle geri gönderilen gıda ürünleri, bu yıl en çok klorpirifos zehri nedeniyle iade ediliyor. Buna göre Türkiye’nin, Avrupa Birliği’ne (AB) ihraç ettiği gıda ürünlerinde 2013 ve 2014’te klorpirifos kalıntısı bulunmazken; 2017’de bu oran üst seviyelere çıktı. Zehrin AB’de 2015’in Ocak ayında yasaklanmasının ardından Türkiye’de de 31 Mayıs 2016’ya kadar piyasadan toplanıp, satışının yasaklanmasına karar verilmişti. Zehrin imalatı ve ithalatı durdu ancak, mevcut stoklar bitinceye kadar kullanılmaya devam ediliyor. Bu, iç piyasada tüketilen domates, biber, patlıcan, elma, armut, şeftali ve üzüm aracılığıyla zehrin yurttaşın sofrasına taşınması demek.
MUTLAKA ‘İMHA EDİLMELİ’
‘Tarımsal ürünlerin üretiminde böcekleri öldürmek için kullanılan pestisit’ olarak nitelendirilen klorpirifos zehrinin, stoklarda en az yıl sonuna kadar bitmeyeceğinin uyarısını yapan TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Genel Başkanı Özden Güngör, "Bu ürünlerin imha edilmesi gerekir. İç piyasada satışa sunulması sunulması anne karnındaki bebeği bile zehirler"dedi.
SATIŞ SÜRÜYOR
7’sini ihraç eden Türkiye’de en fazla domates, biber ve asma yaprağında klorpirifos aktif maddesi görülüyor. Zehrin bayi satışlarına, toplatılma kararı olmasına rağmen devam ediliyor. Bu da, iç piyasada tüketilen gıda ürünlerinin zehir içermesi tartışmasını beraberinde getiriyor.
İHRACATI DÜŞÜRÜYOR
2016’da 18 milyon 694 bin ton meyve; 28 milyon 629 bin ton yas sebze üretimi gerçekleştiren Türkiye, bitki koruma ürün kullanımını artırdı; bu sayı ilaç firmalarının ithalatı da göz önüne alındığında 80 bin tona çıktı. Avrupa, Rusya ve Ortadoğu’ya yapılan ihracatın son 2-3 yılda ciddi derecede düştüğünü ifade eden Güngör, kullanılan tarımsal ilaçların da bu düşüşte etkili olduğunu söylüyor. Buna göre, ilaç kalıntısı ve klorpirifos içeren bitki koruma ürün kullanımını , en çok ihracatın yapıldığı AB ülkelerinde hızlı alarm sistemiyle farkedilip iade ediliyor.
DENETİM EKSİK
Klorpirifos içeren bitki koruma ürünlerinin Türkiye’de kullanımının devam etmesinin, fiyatının ucuz ve kullanım alanının geniş olması sebebiyle insan, canlı ve çevre sağlığını olumsuz etkilemeye devam edeceğini belirten Güngör, kalıntı sorunlarının yaşanacağını dile getirdi. Türkiye’de en çok kullanılan ilaçların Glifosat ve klorpirifos aktif maddesi olduğunu anlatan Güngör, "Ülkemizde bu ilaçların kullanımını denetleyecek mekanizmalar eksik. Bu sebeple böyle sorunlar yaşanıyor" dedi.
SAĞLIĞI BOZAN ‘PAZAR ‘
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, her yıl 3 milyon kişi zirai ilaç zehirlenmesine maruz kalıyor. Her yıl en az 20 bin tarım işçisi de zirai ilaç uygulaması sebebiyle ölüyor. Bu ilaçların kullanımının tüketicilerde yarattığı hastalık ve ölüm vakalarının sayısal olarak tespitinin mümkün olmadığını belirten Özden Güngör, gıdalardaki kalıntıların vücutta biriktiğini söyledi.
SATIŞ TUTARI 600 MİLYON AVRO
Zirai ilaçların yüzde 30’u Akdeniz Bölgesi, yüzde 17’si İç Anadolu Bölgesi, yüzde 19’u Marmara Bölgesi, yüzde 18’i Ege Bölgesi ve yüzde 12’si Güney Doğu Anadolu Bölgesi’nde kullanılıyor. Türkiye’de tüketilen pestisitin yıllık satış tutarı ise 600 milyon Avro’yu geçiyor.
ALINTI & BAĞLANTISI: